16 Haziran 2012 Cumartesi

ÖNSÖZ


Önsöz


Bu kitapta yaşadığınız toplum içinde karşılaşabileceğiniz çeşitli insan karakterleri tarif edilmiş ve bu karakterlerin Kuran ahlakına uygun olmayan yönleri açıklanmıştır. Ancak, kitabı okurken şu önemli hususun unutulmaması gerekir: Kitap içinde yer alan tarifler, tasvirler ve tanımlamalar elbette o toplum kesimi içinde yer alan herkesi kapsamamaktadır. Her sosyal tabaka, her meslek grubu, her insan topluluğu içinde iyi niyetli, vicdan sahibi, sağduyulu insanlar olacağı gibi, kötü ahlak ve davranışlar gösteren insanlar da olabilir. Bu kitapta da üzerinde durulan husus, Kuran ahlakına uygun yaşamayan insanların kötü davranış ve özellikleridir. Ayrıca şunun da unutulmaması gerekir ki, her insan yaşamı boyunca yaptığı kötülüklerden vazgeçme imkanına sahiptir. Samimi olarak kötülükten vazgeçen,      Allah'a gönülden teslim olan ve Kuran ahlakını yaşamaya karar veren bir insan, Allah'ın izniyle, Rabbimiz'i bağışlayıcı ve affedici olarak bulacaktır. Nitekim bu kitabın amaçlarından biri de, söz konusu insanların içinde bulundukları durumun kötülüklerini fark edip, bu tavırlarını terk ederek Kuran ahlakına yönelmelerine vesile olmaktır.

Giriş

Giriş

İnsana yaratılış amacını bildiren, doğruyu yanlışı gösteren ve hayatın gerçek yönlerini açıklayan, yol göstericimiz Kuran-ı Kerim'dir. Çünkü Kuran'ı insanları yaratan, onların tek hakimi ve tek sahibi olan Allah indirmiştir. Dolayısıyla insanın bilmediklerini öğrenebilmesi ve içerisinde bulunduğu cahillikten kurtulup bilinçlenebilmesi de ancak Kuran'da ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetinde bildirilen din ahlakını tam olarak yaşamasıyla mümkündür.
Bu önemli gerçeği göz ardı ederek din ahlakından uzak yaşayan kimseler ise "cahil" bir toplum oluştururlar. Fakat bu cahillik yaygın olarak kullanılan anlamından tamamen farklıdır. Bu kimseler görgü, kültür ya da tahsil bakımından kendilerini geliştirmiş kişiler olabilirler. Ya da bilimin birçok dalında uzmanlaşmış, yüzlerce kitap okumuş, sayısız buluşta bulunmuş ve hatta bu birikimleriyle yaşadıkları döneme isimlerini yazdırmış kimseler de olabilirler. Ancak bu insanların ne konumları, ne birikimleri, ne ürettikleri formüller, ne de okudukları kitaplar içerisinde bulundukları cehaleti gidermeye yeter. Çünkü söz konusu olan cahillik, bu kimselerin Yaratıcımız olan Allah'ı tanımamaları, O'nun kudretini gereği gibi takdir edememeleri, O'nun kendilerinden neler beklediğini, Allah'ın hoşnut olacağı umulan ahlak ve kişilik yapısının nasıl olması gerektiğini bilmemelerinden kaynaklanan bir cahilliktir. Bu köklü cehalet onların yaşam tarzlarından kişilik yapılarına kadar hayatlarının her anında olumsuz etkilerini gösterir.
Bu cahillikten kurtulmanın tek ve kesin çözümü ise, Allah'ın insanlara dünya ve ahiret hayatına ait tüm sırları ve gerçekleri bildirdiği ve bilmediklerini öğrettiği Kuran'a ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine yönelmeleridir. Aksinde ise, tek bir kaynak, tek bir doğru ve tek bir din kavramı olmayacağı için, ortaya binlerce batıl inanç ve  karakter çıkar. Bu farklı karakterleri taşıyan insanların her birinin yaşama amaçları, idealleri, ahlak anlayışları, doğruları, yanlışları ve yaşam tarzları da birbirinden ayrıdır. Bu yapılar birbirlerine kıyasla o kadar büyük zıtlıklar içerir ki, bu kimselerin birarada uyumlu bir şekilde yaşayabilmeleri çoğu zaman mümkün olmaz. Herkes kendi düşüncesinin ve kendi yaşam tarzının doğruluğunu savunur ve başkalarınınkini eleştirir. Birbirlerini beğenmedikleri ve pek çok noktada çeliştikleri için de zor bir hayat yaşarlar.
Bu insanlar için tek çözüm ise başta da belirtildiği gibi, din ahlakının sunduğu güzel hayatı yaşamaktır. Çünkü insanı yaratan Allah, yine onun en ideal hayatı yaşayabileceği ve herşeyden en çok zevki alabileceği sistemi Kuran'da bildirmiştir.
İşte bu kitabın amacı da cahiliye toplumunun ürettiği yaşam tarzlarından ve karakterlerden belli başlı örnekleri inceleyerek, bu sistemin tüm şekillerinin kesin olarak "açmazda" olduğunu ortaya koymaktır. Ayrıca cahiliye toplumunu oluşturan insanların yaşadıkları klasik karakterlerle aradıkları huzur ve mutluluğa hiçbir şekilde ulaşamadıklarını göstermektir.
Bunun yanı sıra kitapta, Kuran'da bildirilen mümin karakterinin, cahiliye toplumunun ortaya çıkarttığı binlerce karakterin hepsinin üstünde olduğu tarif edilecek ve yine müminin yaşadığı hayatın, cahiliye sistemlerindekinin tam aksine ne denli mükemmel olduğu ortaya koyulacaktır.

Cahiliye toplumunun genel yapısı

Cahiliye toplumunun genel yapısı

Cahiliye toplumunu kimler oluşturur?

Cahiliye kavramı, "cahil" kelimesinden türeyen ve Kuran'da bildirilen anlamıyla Allah'ı gereği gibi tanımayan, O'nun sonsuz gücünü ve sıfatlarını gereği gibi takdir edemeyen, İslam dininde var olan doğrulardan, insanlara sunduğu üstün ahlak ve karakter yapısından, manevi değerlerden habersiz olan toplumları tanımlar. Din ahlakının gerçek anlamda yaşanmadığı her topluluk "cahiliye toplumu" olarak nitelendirilebilir. Bu tarz topluluklar ilk bakışta birbirlerinden tamamen farklı ve zıt yapılar sergileyebilirler. Bu gibi kişilerin giyim tarzları, alışkanlıkları, zevkleri ve konuşma üslupları kendilerine has olabilir. Ancak temel felsefeleri ve inançları ortaktır. Bu toplulukların her biri, Allah'ın dinini görmezlikten gelen ve herşeyi yaratanın Allah olduğunu anladıkları halde, O'nun belirlediği şekilde yaşamayan insanlardan oluşur. Bu insanlar Allah'ın dinini unutup yerine kendi batıl dinlerini oluşturmuşlardır. Bu batıl dinler temellerini Allah sevgisi yerine dünya sevgisi üzerine kurmuşlardır. Allah'ın rızasını kazanmak yerine insanların beğenilerini ve takdirlerini kazanmaya çabalarlar. Allah'a şükretmek ve yalnızca O'ndan yardım dilemek yerine, insanlara minnet duyup onlara bağımlı tavırlar geliştirirler. Yine tüm gücün tek sahibinin Allah olduğunu unutarak, yalnızca O'ndan korkmak yerine insanlardan ve onların koydukları kurallardan korkar olmuşlardır.
Ancak cahiliye toplumu denince akla sadece Kuran ahlakından tamamen habersiz insanlar gelmemelidir. Bu insanların bir kısmı hak dini çok yakından tanıdıkları halde yine de içerisine düştükleri bu cehaletten çıkamazlar. Bu kimseler Allah'ın emrettiği bazı ibadetleri uyguladıkları halde, Kuran ahlakını ve mümin karakterini yaşamaya yanaşmazlar. Bunun nedenleri ise bu kimselerin temelde kalplerini Allah'a bağlamamış olmaları ve bilinçaltlarında ahiretten kuşku içinde olmalarıdır. Dünyaya duydukları sevgi, Kuran dışı karakterler geliştirmelerine ve din ahlakını tanıdıkları halde cahiliye toplumunun cehaletinden kurtulamamalarına sebep olur.
Dünyanın dört bir yanında birbirinden tamamen bağımsız ve birbirlerine tamamen zıt bakış açıları içerisinde yaşayan bu topluluklarda, ortak bir yaşam ve bir inanç şekli gözlenmektedir. Bu nedenle cahiliye toplumunda yaşanan insan karakterlerine değinmeden önce, bu farklı karakterlerin altında yatan ortak felsefeyi ve ortak batıl inançları incelemekte fayda vardır.

Cahiliye toplumunun yaşama amaci ve idealleri

Cahiliye toplumunun geneline yön veren ortak bir amaç vardır; dünya hayatından, sınır tanımadan maksimum oranda fayda elde edebilmek... Dünyanın her neresine gidilirse gidilsin, bu ortak amaçtan sapılmadığı, zengin fakir, köylü şehirli, büyük küçük demeden cahiliye toplumunun her üyesinin bu ideal doğrultusunda hareket ettiği görülür. Çünkü cahiliyenin çarpık inancına göre hayat ölümle sınırlıdır. Oldukça kısa olan ve hızla gelip geçen bu hayatı dünya standartlarına göre en iyi şekilde değerlendirmek ise bu insanların inançlarına en uygun olan davranış şeklidir.
Oysa bu tamamen batıl bir inançtır. Çünkü dünya hayatı bir imtihan ortamı olarak yaratılmıştır. Allah dünya hayatını insanlara özellikle çekici gelecek şekilde yaratmış ve pek çok nimetle süslemiştir. İnsanların kimisi bu güzelliklerin Allah'tan olduğunu bilecek ve bu geçici nimetleri O'na şükrederek kullanacak, asıl amacı ise dünya hayatında Allah'ın hoşnutluğunu kazanacağı işler yaparak ahireti kazanmak olacaktır. Kimi insanlar da dünya hayatının bu sahte süslerine aldanacak ve tüm bunların Allah'tan olduğunu unutarak ahiret hayatını göz ardı edecektir.
İşte cahiliye toplumu, bu ikinci alternatifi seçip tüm ideallerini sadece dünya hayatı üzerine kuran kimselerden oluşur. Söz konusu kişilerin ileriye yönelik planlarının hiçbirine ahiret hayatı dahil değildir. Allah onların bu tercihlerinin sebebini ise bir ayette şöyle açıklamıştır:
Bu, onların dünya hayatını ahirete göre daha sevimli bulmalarından ve şüphesiz Allah'ın da inkar eden bir topluluğu hidayete erdirmemesi nedeniyledir. (Nahl Suresi, 107)
Ayette de bildirildiği gibi, dünya hayatı bu insanları aldatır ve daha sevimli görünür. Allah'ın insanlara bir nimet ve bir deneme olarak yarattığı tüm imkanlar cahiliye insanlarını kandırır. Ve onlar da Allah'a karşı yükümlü oldukları sorumlulukları unutarak bu hayata dalıp giderler.
Cahiliye insanlarını bu şekilde tutkuyla oyalayarak gaflete sürükleyen konular ise belli başlıdır. İyi bir hayat yaşayabilmek, zengin olabilmek, itibar ve mevki edinip toplumda saygın bir yere gelmek, iyi bir evlilik yapıp övünebilecek çocuklara sahip olmak… İşte cahiliye insanının sonsuz ahiret hayatına tercih ettiği konular bunlara benzerdir.
Elbette tüm bunlar her insanın dünyada sahip olmak isteyeceği meşru nimetlerdir. Ancak cahiliye insanının burada içerisine düştüğü büyük bir yanılgı vardır. Bu gibi kişiler, tüm bunların gerçek sahibinin sadece Allah olduğunu, bu nimetleri Kendisi'ne şükrederek kullanmaları için verdiğini ve asıl hedeflenmesi gereken hayatın ahiret olduğunu unuturlar.
Cahiliye insanlarının bu gerçeklerden uzak yaşamaları ise, onlara basit ve sıradan bir dünya oluşturur. Dünya üzerindeki birçok insan bu belli başlı birkaç idealin peşindedir. Herkesten daha üstün olabilmek, daha fazla para kazanabilmek ve dünyadan daha fazla yararlanabilmek için çoğu zaman pek çok ahlaki ve insani özelliklerinden rahatlıkla taviz verebilirler. Bu da onlara sandıkları gibi iyi bir hayat değil, aksine zor bir hayat getirir. Ellerinde dünya hayatında değer gören ne kadar çok nimet olursa olsun, geliştirdikleri bu kötü karakter nedeniyle bu nimetlerden umdukları zevki alamaz ve bunları kendi lehlerinde kullanamazlar. İçerisine düştükleri çıkar savaşı bunu engeller. Nimetlerin sadece kendilerine ait olmasını isterler ve bu konuda delice bir hırsa kapılırlar. Bu da onlara ellerindekiyle yetinemeyen tatminsiz bir karakter getirir.
Bu hırs ve yarış içerisinde dünya hayatının nimetlerinden daha da fazla istifade edebilmek için koşuştururlarken, yavaş yavaş hastalıklarla ve yaşlılık alametleriyle karşılaşmaya başlar ve bir süre sonra ölüm gerçeği ile yüzleşirler. Bu aşamadan sonra ise dünyadakinin aksine, para, mevki ve itibar gibi kavramların hiçbir işe yaramayacağı ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak için harcanan çabaların karşılık göreceği ahiret hayatı ile karşılaşırlar. Ayetlerde bu gerçek ile karşılaştıklarında, hayatları boyunca Allah'a yönelmeyi göz ardı edenlerin ebedi pişmanlıklarından şöyle bahsedilir:
O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3)

Cahiliye toplumunun Allah inancı

Cahiliye toplumunu oluşturan insanların tümünün yaşam stili ve dünyaya bakış açıları bir değildir. Aralarında din ahlakını hiç bilmeyen insanlar olduğu gibi, din ahlakını tanıyan ve Allah'ın pek çok hükmünden haberdar olan insanlar da vardır. Hatta bunların büyük bir çoğunluğu da kendilerine sorulduğu zaman Allah'a inandıklarını söylerler:
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)
Ancak bu kimseler dilleriyle tasdik ettikleri bu gerçeği kalpleriyle reddederler. Bu nedenle de Allah'a gerçek anlamda iman edip O'nun beğendiği gibi bir hayat sürmezler. Allah'ın rızasını kazanacak işler yapmak yerine kendi isteklerini tatmin etmek için yaşarlar. Ağızlarıyla iman ettiklerini söylemeleri ise vicdanlarının açıkça bu gerçeği görmesi nedeniyledir. Dünya üzerinde baktıkları her yerde, yaptıkları her araştırmada, buldukları her yeni detayda kendilerine ait olmayan üstün bir akılla karşılaşırlar. Dünyadaki hiçbir şeyin tesadüf eseri ortaya çıkmış olamayacağını, en ince detayına kadar her varlığı üstün bir Yaratıcı olan Allah'ın yaratmış olduğunu anlarlar. Tüm olayların sadece Allah'ın kudreti ve hakimiyeti altında yürütüldüğünü açıkça görürler. Bu nedenle de vicdanen Allah'ın varlığını tasdik ederler. Ama buna rağmen din ahlakını yaşamaya yanaşmamalarının nedeni ise Kuran'da şöyle açıklanmıştır:
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 14)
Cahiliye toplumundaki insanların bir kısmı da Allah'ı açıkça inkar etmeye kalkışır. Onlar da içinde yaşadıkları evrendeki kusursuz düzenin rastlantılar sonucu ortaya çıkamayacağını bilir. Fakat bu kimseler vicdanlarını tamamen kapatmışlardır. Bu konuda kendileri için geliştirdikleri çözüm ise Allah'ın varlığının delillerini görmezlikten gelmeye ve düşünmemeye çalışmaktır. Onları her zaman doğruya yöneltmeye çalışan vicdanlarını susturabilmek için de birtakım mazeretler öne sürerler. Fakat bu mazeretlerinin hiçbir açıklaması yoktur. Bunlar sadece inkarlarına bir kılıf bulmaya yöneliktir.

Cahiliye toplumunun ölüm ve ahiret inancı

Cahiliye toplumunun büyük bir çoğunluğu ahiretin varlığından haberdar olduğu halde, düşünmeyerek bu gerçekten kendilerince kaçmaya çalışırlar. Bu kimseler dünya hayatının geçiciliğini de görmezden gelirler. Çünkü cahiliye inancının temeli dünyadaki yaşantı üzerine kuruludur. Kişilerin tüm idealleri, istekleri sadece dünyaya yöneliktir ve buna bağlı olarak tatmin buldukları şey de yine dünyaya yönelik menfaatlerdir. Dünyaya olan bu bağlılıkları nedeniyle, buradaki yaşamı sanki hiç son bulmayacakmış gibi değerlendirirler. Ayette "... Öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi..." (Enbiya Suresi, 44) ifadesiyle belirtildiği gibi, ölümün varlığına inanmak istemez ve dolayısıyla da ahireti hiç akıllarına getirmezler. Çünkü ahireti düşünmek, dünyaya büyük bir hırsla bağlanmalarına izin vermeyecektir.
Oysa, "Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi" (Ankebut Suresi, 64) ayeti ile Allah, dünya hayatının "tutkulu bir oyalanmadan" ibaret olduğunu ve asıl hayatın ahiret olduğunu bildirmektedir. Nitekim dünya hayatının bir oyalanma olduğunu cahiliye toplumu insanları da bilirler.
Ancak buna rağmen akılcı bir kıyas yaparak samimi düşünmeye de yanaşmazlar. Ahirete iman etmekle kayıp içerisine girmeyeceklerini aksine kazançlı çıkacaklarını anlamak istemezler. Çünkü ahirete iman ettiklerinde, dünyadaki nimetlerden mahrum kalmayacaklardır. Aksine tüm bunlardan en güzel şekilde istifade edebilecekleri gibi, Allah'ın hoşnutluğunu ve sonsuz cenneti kazanmayı da umabileceklerdir. Ve cennette, bıkma, usanma ya da monotonluk gibi kavramların yaratılmadığı, sonsuz güzellikteki, sonsuz çeşitlilikteki nimetler içerisinde, sonsuz bir hayat yaşayacaklardır. Yani ahireti isteyen kimseler hem dünyayı hem de ahireti kazanmış olacaklardır. Ama sadece dünyaya razı olanlar, ahireti kesin olarak kaybedeceklerdir:
... O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)
Böyle bir kıyas yapıldığında ise hangisinin kayıp hangisinin kazanç olduğu son derece açık olarak görülecektir. Ama cahiliye toplumu insanları gereği gibi düşünmedikleri için bu gerçekleri kavramakta zorlanırlar. Çünkü onların yüzeysel bakış açılarına göre dünya halihazırda ellerinin altındadır, ahirete ise kesin bir inanışla inanmadıkları için tereddüt ederler. Allah Kuran'da cahiliyenin bu tereddütüne şöyle cevap verildiğini bildirmektedir:
Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması)dır. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir... (Şura Suresi, 36)
... Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Rad Suresi, 26)
Ancak cahiliye insanları sırf dünyaya olan bağlılıklarından vazgeçmemek için ayetlerde açıklanan bu gerçeği düşünmek istemezler. Aksine kendilerini kandırabilmek ve vicdanlarını rahatlatabilmek için çarpık mantıklar öne sürerler. Tarih boyunca her peygamber gönderildiği topluluğa ahiret hayatının, cennetin ve cehennemin varlığını bildirerek henüz vakitleri varken onları uyarmıştır. Ancak bu insanların çoğu, elçilerin uyarılarına kulak vermemiş ve ayetlerde bildirildiği üzere, "çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?" (Yasin Suresi, 79), "...biz yer (toprağın için) de yok olup gittikten sonra, gerçekten biz mi yeniden yaratılmış olacağız?..." (Secde Suresi, 10) ya da "... öldüğümüz, bir toprak ve bir kemik olduğumuz zaman, gerçekten biz mi diriltilecek mişiz? Andolsun, bu tehdit bize ve bizden önceki atalarımıza yapılmıştı; bu, geçmişlerin uydurma masallarından başka bir şey değildir." (Müminun Suresi, 82-83) şeklinde tepkiler vererek ahiretin varlığını reddetmişlerdir. Allah onların bu inkarlarına şöyle cevap vermiştir:
De ki: "Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir." (Yasin Suresi, 79)
Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmaya kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 81-82)
Görüldüğü gibi, cahiliye insanları inansalar da inanmasalar da cennet ve cehennemin varlığı inkar edilemez bir gerçektir. İnanmamakla kendi kendilerini ciddi anlamda aldatırlar. Bu açık gerçekle karşılaştıklarında ise, artık herşeyin farkındadırlar:
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Bu gerçek değil miymiş?" Onlar: "Rabbimize andolsun, evet (öyledir)" derler. (Allah da:) "Öyleyse inkar ettiklerinizden dolayı azabı tadın" dedi.(Ahkaf Suresi, 34)

Cahiliye toplumunda erkek karakterleri

Cahiliye toplumunda erkek karakterleri

Cahiliye toplumunun batıl geleneklerinin etkisini üzerinde taşıyan karakterlerden bir diğeri de "erkek karakteri"dir. Her ne kadar yazılı bir tanımı olmasa da, cahiliye toplumunun hemen her üyesi bu karakterin tüm özelliklerini ezbere bilir. Her aile, çocukları daha doğmadan önce eğer erkek olursa, ona bu karakteri nasıl vereceklerinin planlarını yapar, hayallerini kurar. Çünkü herşeyden önce bu ahlakın yaşandığı bir toplumda bir erkek çocuğu sahibi olabilmek büyük bir gurur vesilesidir.
Cahiliye toplumunda saygı duyulan bu özellikler 'erkek adam dediğin...' diye başlayan kalıplarla sık sık ifade edilir. Onlara göre erkek karakterinin ilk prensibi güçlü ve üstün olmaktır. Bu telkin gerçekten de erkeklerde kadınlara nazaran genellikle daha güçlü bir şahsiyet oluşmasını sağlar. Güçlü bir karaktere sahip olmak elbette güzel bir özelliktir, ancak cahiliye toplumunda kastedilen güç Kuran ahlakında bildirilen güçlü karakter anlayışından uzak bir kavramdır. Acımasızlığa, katılığa, şefkatten ve merhametten uzak olmaya ve hatta kimi zaman şiddete dayalı üstünlük ve güç anlayışı cahiliye toplumundaki erkek karakteri için doğal görülür. Toplumdaki diğer dengeler de zaten erkeğin bu üstünlük iddiasını destekleyecek niteliktedir. Cahiliye toplumlarındaki kadınlar çoğunlukla ikinci sınıf ve ezik bir karakteri benimsemişlerdir. Bu durumda erkeklerin üzerinde daha üstün olabilecek ikinci bir karakter yoktur. İşte bu düşünce onlarda kayıtsız şartsız bir yeterlilik duygusunun gelişmesine neden olur. Bu nedenle de genellikle kimseden, ama özellikle de kadınlardan gelecek hiçbir eleştiriye ya da tavsiyeye açık olmazlar.
Bunun yanında her erkek kendisini toplumun görmek istediği gibi olmaya mecbur hisseder ve verilen bu kalıpların dışına çıkmamaya müthiş bir titizlik gösterir. Çünkü cahiliye toplumunda erkekliğin gerekliliklerini yerine getirememek son derece küçük düşürücü bir durumdur. Bir erkek, çocukluğundan yaşlılığına kadar her an çok güçlü ve çok cesur olmak zorundadır. Hiçbir konuda asla en ufak bir zayıflık, yenilgi ve erkek karakterine ters düşücek bir tavır göstermemelidir. Öyle ki hastalandığında ya da herhangi bir sebeple acı çektiğinde dahi bunu belli etmemelidir. Çünkü tüm bunlar sadece kadınlara has özelliklerdir ve erkeğin bu tarz acizlikler içerisine girmesi cahiliye toplumunun bakış açısına göre yakışık almaz ya da kendi ifadeleriyle "erkek adam acı hissetmez".
Ancak şunu da önemle eklemek gerekir ki, toplumun erkeğe verdiği güçlü, cesur ya da hakim karakterli olmak gibi özelliklerin hiçbirinde yanlışlık yoktur ve aslında tüm bunlar güzel özelliklerdir. Ama Kuran ahlakının yaşanmadığı bir toplumda ortaya atılan bir üstünlük iddiası "kibir" ve "büyüklenme" duygularının gelişmesine neden olur ki Kuran'da insanların bu tür tavırlardan sakınmaları emredilmiştir:
"İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Lokman Suresi, 18)
Bu nedenle cahiliye erkeklerinin aslında temelinde olumlu olabilecek bu özellikleri, büyüklenme eğilimlerinden dolayı olumsuz özelliklere dönüşür. Ortaya üstünlüğünden kesin emin olan, ne kendi hemcinslerinin, ne de diğer kişilerin sözüne itibar etmeyen enaniyetli bir kişilik çıkar.

Cahiliye Toplumundaki Erkek Karakterlerinden Çeşitli Örnekler

Buraya kadar anlatılanlar, cahliye toplumundaki erkek karakterinin ana yapısını oluşturur. Temelini bu yapıdan alan, ancak aile, çevre, yaşam koşulları gibi faktörlerin etkisiyle gelişen daha pek çok erkek karakterine rastlamak da mümkündür. Bunlardan bazılarını kısaca şöyle sıralayabiliriz;
Bir önceki başlıkta bahsi geçen erkek karakterinin tam tersini yaşayan kimseler ise cahiliye toplumunda "kılıbık erkek" olarak adlandırılır. Cahiliye toplumunda yaşanan, üstünlük iddiasındaki erkek karakterinin yerine bu kimseler de kendi haklarını koruyamayacak kadar aşırı pasif bir yapı geliştirmişlerdir. Bu kimseler kendilerinden beklenildiği gibi "erkek adam dediğin..." kalıplarıyla ifade edilen mantıklara uymayan insanlardır. Kendi üstünlüklerini iddia etmek yerine genellikle başkalarının hakimiyetine sığınmayı tercih eden bu insanlar, kişilikli bir tavır gösteremezler. Kişiliksiz, güçsüz ve kendi deyimleriyle "hanım evladı" olarak nitelendirilirler.
Cahiliye toplumunda görülen bir başka karakter "kazak erkek" ya da "maço" olarak adlandırılan karakterdir. Bu kimseler "erkeğin kayıtsız şartsız üstünlüğüne" ve "kadının da kayıtsız şartsız zayıflığına" inanmışlardır. Kadının herhangi bir eşya gibi erkeğin bir malı olduğuna, dolayısıyla da gerektiğinde iyi davranılıp ama gerektiğinde de sert davranılabileceğine" kanaat getirmişlerdir. Sert ve haşin hareketlerin, kaba bir üslup kullanmanın ve kısa sürede tersleşmenin kendilerine özel bir hava verdiğini düşünürler. Kadınların zaten kendilerine bu karakterde bir eş aradıklarından emindirler ve bu nedenle de bu tavırlarıyla oldukça cazibeli bir hale geldiklerine inanırlar.
Cahiliye toplumunun "akşamcı" olarak adlandırdığı bir erkek karakteri daha vardır. Bu kimseler hayatın en önemli eğlencesinin özel olarak hazırlanan meze sofralarında içki içip, "sarhoş muhabbetleri" yapmak olduğunu sanırlar. Kendileri ile aynı yanlış düşünceyi paylaşan bir arkadaş grubuyla birlikte neredeyse her akşam bu alışkanlıklarını yinelerler. Cahiliye toplumunun bu kimseleri "akşamcı" ismiyle anmasının sebebi de bu toplantılardır.
Geç saatlere kadar süren bu masa sohbetlerinde faydalı ve hikmetli hemen hemen tek bir konu dahi konuşulmaz. Sarhoş olmalarının etkisiyle tamamen boş bir konuya takılıp saatlerce o konu üzerinde "felsefe yapar", nutuklar atar, birbirlerine hayat dersleri verirler. Hatta kimi zaman gecenin ilerleyen saatlerinde tartışmaya başlar ve çevrelerindeki insanlar tarafından zorla kontrol altına alınarak sakinleştirilirler. Bu kimseler genelde, günlük hayatlarında da akşamları yaşadıkları bu sarhoş karakterinin tüm özelliklerini yansıtırlar. Sık sık "akşamdan kalmayım, bana fazla bulaşmayın" şeklinde ifadeler sarfederler.
Bu saydıklarımız cahiliye toplumunda yaşanan erkek karakterlerinden sadece bir kaç tanesidir. Bunlar gibi daha yüzlercesine rastlamak mümkündür. Temeli, Kuran'a dayalı olmadığı için, cahiliye toplumunda yaşanan tüm bu modeller çarpık bir anlayış içerirler. Dikkatlice izlendiğinde bu hayatı ve bu karakteri yaşayan kimselerin hayatlarından gerçek anlamda memnun olmadıkları da açıkça görülür.

Yaşlı insan karakteri


Yaşlı insan karakteri

Gençliğinde hangi karakteri benimsemiş olursa olsun, genellikle yaşlanınca cahiliye insanlarının gösterdiği standart bir karakter ve hayat şekli vardır.
 Ancak bu konuya geçmeden önce önemle belirtilmesi gereken bir nokta vardır:
Bu bölümde söz edeceğimiz yaşlı karakterinin özellikleri, insanların din ahlakından uzak yaşamalarının getirdiği bir bozukluktur.
 Yaşamını Rabbimiz Allah'ın razı olmayacağı şekilde geçirmiş, yaşı ilerleyip ölüme yaklaştığında da ahireti düşünmeyen, dünyaya daha sıkı bağlanan insanların ruh halindeki çarpıklıktır.
Elbette bu özellikler kimi zaman kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir;
 burada bahsedeceğimiz kötü ahlak özelliklerinin yalnızca bir kısmını taşıyan veya tümünü birarada yaşayan insanlar olabilir.
Sonuç olarak burada önemli olan Kuran ahlakından uzak olmanın getirdiği ahlak ve tavır bozukluğunun küçük bir dünya oluşturması ve söz konusu kişilerin bu küçük dünya içinde her türlü çirkin tavrı sergileyebilmeleridir.
Cahiliye kadınları, çocuklarını evlendirip torun sahibi olduktan sonra, yaşlı kadın karakterine bürünürler.
Erkekler ise genellikle emekliye ayrılmış ya da çalışamayacak kadar yaşlanmış olmaları nedeniyle
iş hayatını terk edip evde oturmaya başlarlar. Bu durumda kendilerini ruhen ve bedenen
hala genç hissedenler bile, çevrelerinden gelen telkinlerin de etkisiyle yaşlı gibi davranma
zorunluluğu hissederler. Çevrelerindeki tüm dostları,
akranları, eşleri yaşlanmış, emekli olmuş ve bu karaktere bürünmüşlerdir.
Çocukları da evlenip kendi sorunlarına dalmış ve nlardan iyice uzaklaşmışlardır.
Bu insanlar genellikle günlerini televizyon seyrederek ya da uyuklayarak geçirirler.
Ancak kadının yaşadığı "ev kadını karakteri"nde hiçbir değişiklik olmaz.
Söylenmeleri, kaprisleri tüm hızıyla devam eder.
Eşleri de kendileriyle aynı şartlar altında olduğu halde evin tüm sorumluluğunun yine sadece
kendilerinin üzerinde olması onları daha da ters ve aksi bir tavra sokar.
Erkekler de artık yapacak bir işleri olmaması nedeniyle bütün gün evde boş boş oturmaktan
dolayı sıkıntı içerisindedirler.
Gün içinde hangi saatte ne yapacakları bellidir. Hayatlarında korkunç bir monotonluk başlamıştır.
Bu monotonluğu kırmaları için hep çocuklarından medet umarlar.
Fakat onlar da tamamiyle kendi hayatlarını yaşamaktadır.
Arada sırada hafta sonları ziyarete gelirler ancak birkaç saat süren bu ziyaretler onları
hayatlarının tekdüzeliğinden kurtarmaya yetmez.
Bu insanlar bazen de kendileri gibi yaşlanmış olan arkadaşlarını ziyarete giderler.
Bu toplantılarda konuştukları konular ise çoğunlukla evlatları ve hastalıkları ile sınırlıdır.
Gittikleri doktorlardan, kendilerine konan yeni teşhislerden, kullandıkları ilaçlardan bahsedip
birbirlerine tavsiyelerde bulunurlar.
Ancak yaşlanmayla birlikte karşı karşıya kaldıkları tüm acizliklere rağmen, ahireti düşünmeye yönelip,
cahiliye sisteminin kendilerine kazandırdığı karakter özelliklerinden ve alışkanlıklardan vazgeçmezler.
Oysaki uzun yıllar boyunca cahiliye ahlakını yaşamış ve bu şekilde hiçbir şey elde edemediklerini
ve mutlu olmadıklarını açıkça görmüşlerdir. Ölümün bu denli yaklaştığı bir dönemde hala
dünyaya sıkı sıkıya bağlı olmaları, din ahlakından uzak toplumda görülen yaşlı karakterinin en önemli yönüdür.
Elbette bu insanlar kendilerini hüsrana sürükleyecek büyük bir yanılgı içindedirler.
Yapmaları gereken, herşeyin Yaratıcısı olan Allah'a dönüp yönelmeleridir.
Belirli bir yaşa kadar bunu yapmamış olabilirler. Ama Allah'a hesap vereceklerini ve
ölümün giderek yaklaştığını kavradıkları andan itibaren şuurlarının açılması ve geçmiş yaşantıları
için tevbe ederek Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaları gereklidir.
O güne kadar Kuran ahlakından uzak geçirdikleri hayatlarında yaşadıkları sıkıntılar, hastalıklar,
sorunlar kendilerine bir ders ve ibret vesilesi olmalıdır.
Ancak cahiliye toplumunda tarif ettiğimiz "yaşlı karakteri"ne sahip insanlar genellikle bunların
hiçbirini yapmaz, aksine daha isyankar, laf anlamaz tavırlara yönelirler. Sonuçta ortaya çıkan
 bu "yaşlı karakteri"nin başlıca özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:

Alınganlık ve Acındırma Yöntemleri

Yaşlanan insanların çoğu hem maddi hem de manevi yönden başkalarına bağımlı bir hayat sürerler.
Bağımlı oldukları kimseler de çoğunlukla çocukları, torunları ya da diğer yakın akrabalarıdır.
Bu kişilerin yaşlılara bakış açıları ise o kadar da olumlu değildir. Kişilik olarak iyi bir insan olarak
tanınsalar da, yaşlıları genellikle bir ayak bağı ve külfet olarak görürler.
Çünkü yaşlanmanın getirdiği sağlık sorunları maddi ve manevi bakım gerektirir.
Yaşı ilerlemiş insanlar çoğunlukla bu imkansızlıklarından dolayı tek başlarına ayrı bir evde yaşayamazlar.
Ancak çocukları, torunları veya akrabaları da özenli bakılması gerektiği için yaşlı bir insanı
sürekli olarak evlerinde barındırmak istemezler.
Din ahlakının yaşanmadığı bir toplumda, yaşlı insanların maruz kaldıkları bu durum yıllar boyu
devam ettirilen batıl sistemin doğal bir sonucudur.
Çoğunlukla yaşlanmış olan bu insanlar da cahiliye ahlakını benimsemiş, tüm yaşamları boyunca
Yüce Rabbimiz Allah'tan ve O'nun emrettiği din ahlakından uzak yaşamışlardır. Çocuklarına,
torunlarına da böyle kötü bir ahlakı benimsetmişler; onları  Allah'ın emrettiği güzel ahlak yerine
cahiliye ahlakıyla yetiştirmişlerdir. Bunun sonucu da onlara yaşlılık yıllarında büyük bir zarar
olarak geri dönmektedir; cahiliye sistemi içinde yaşayan çocukları gözlerini bile kırpmadan onları
reddedebilmekte, zalim bir tavır gösterebilmektedir. Eğer yanlarında kalmalarına razı olsalar bile,
zorunluluk nedeniyle evlerine aldıkları bu insanlara gösterdikleri tavırlar olumlu olmaz.
İşte bu isteksizliğin farkında oldukları için yaşlılarda gelişen en önemli özelliklerden biri alınganlıktır.
Sadece zorunluluk nedeniyle yaşadıkları eve kabul edildiklerini bildikleri için evdeki diğer kişileri
mümkün olduğunca az rahatsız etme isteği içerisindedirler. Ancak yine de için için büyük bir haksızlığa
uğradıklarını düşünürler; onlar tüm ömürleri boyunca çocuklarına bakmak, onları en
iyi şartlarda yetiştirmek ve hep onları mutlu etmek için çaba harcamışlardır.
Ancak gösterdikleri tüm bu fedakarlıkların sonucunda karşılık buldukları tavır, sadakatsizliktir.
Aslında bir anlamda onlar tüm bu yatırımları bir gün yaşlanacakları ve çocuklarının bakımına
muhtaç kalacakları düşüncesiyle yapmışlardır. Ama gördükleri karşılık çok daha farklı olur.
İşte bu karşılık nedeniyle haksızlığa uğradıklarını düşünerek her an alıngan olurlar.
Bu ruhun dışa vurumu olarak da sürekli karşı tarafın rahatsızlığının farkında olduklarını
hissettirecek şekilde imalı konuşmalar yaparlar.
Bu kimselerle genellikle rahat bir diyalog kurmak mümkün olmaz. Herşeyden bir anlam
çıkartır ve bu anlam doğrultusunda ilginç cevaplar verirler.
"Korkmayın size yük olmam" şeklinde sitemlerde bulunurlar. Sözgelimi ikram edilen yiyecekleri
ya hiç yemez ya da çok az bir parça alırlar.
Kimi zaman evdeki yemeklerin kendilerinden saklandığını düşünerek, dolaptaki yemeklerden
kimseye göstermeden kaçamak bir şekilde yerler. Ya da kendilerine dinlenmeleri için bir oda verildiğinde
 "gerek yok ben şu kanepenin ucuna kıvrılırım" gibi şaşırtıcı tekliflerde bulunurlar.
En ufak bir sözden küser, eşyalarını toplayıp gitmeye hazırlanırlar.
 Aslında gidecek başka bir yerleri de yoktur.
Ama sırf kendilerini acındırmak ve karşı tarafı pişman etmek için böyle bir tavır sergilerler.
 Kendilerine bir hediye alındığı zaman bile bundan alınacak birşey bulurlar.

Onlara hediyenin ya en ucuzunun alındığını, ya da herkese alınmışken onlar da aradan çıksın
 diye alındığını düşünürler.
Eve gelen misafirlere mümkün olduğunca istenmedikleri, ezildikleri ve iyi bakılmadıkları imajını
 vermeye çalışırlar. Hatırları sorulduğunda ise mutlaka pek iyi olmadıklarını ifade edecek
 konuşmalar yaparlar. Böylece kendilerine acınacağını, sempati duyulacağını ve daha fazla
 ilgi görebileceklerini düşünürler. Misafirlerde bu yönde bir kanaat gelişir belki, ancak
 evdeki diğer kişiler tarafından bu tavırları kızgınlıkla karşılanır ve onlara bakma
 konusundaki isteksizlikleri daha da artar.

İlgi Çekmeye Çalışmaları

İlgi çekmeye çalışmak cahiliye toplumunda kadın erkek tüm yaşlılara has bir özelliktir.
 Ancak onlarda gelişen bu karakterin en önemli sebebi yine cahiliye sisteminin çarpıklığıdır.
 Cahiliye ahlakının yaşandığı toplumlarda insanların aralarındaki sevgi anlayışı, ahlaklarına
 ve imanlarına yönelik değil de çıkar ilişkilerine dayalı olduğu için, menfaatlerin son
bulduğu noktada sevgileri ve ilgileri de son bulur. Bu durumda artık menfaat
 sunamayacak konuma gelen yaşlılar da bu sevgiyi ve ilgiyi elde etmenin
farklı yollarını aramaya başlarlar. Ancak onlar da bunu kendilerini gerçekten
sevdirecek özellikler ve tavırlar sergileyerek değil, cahiliye sisteminin çirkin yöntemleriyle
 elde etmeye çalışırlar. Bu da karşı tarafta bir sevgi oluşturmadığı gibi, aksine başvurulan
 ahlak dışı yöntemlerden dolayı tam tersi bir etki meydana getirir.
Cahiliye ahlakını yaşayan yaşlıların ilgi çekmek için başvurdukları bu yöntemlerden biri
 sürekli olarak hastalıklarını dile getirmek, ne kadar acı çektiklerini, ne kadar zor durumda
 olduklarını anlatarak kendilerini acındırmaktır.
Allah'a tevekkül etmedikleri ve içinde bulundukları duruma şükretmedikleri için hastalıklarından
 sürekli yakınırlar. Bu anlattıklarında gerçek payı da olmakla birlikte, çoğu zaman karşı tarafta

 etki uyandırabilmek için durumu abartabilir ya da zaman zaman yalan söyleyebilirler.
 Hasta oldukları düşünüldüğünde daha fazla ilgi ve hoşgörü görebileceklerine inanırlar.
 Bu durum gerçekten de karşı tarafın merhametini harekete geçirir, ama durumu
 abarttıklarını bilmeleri de bir yandan onları kızdırır. Yine de asıl istediklerinin ilgi olduğunu
bildiklerinden bu karşılığı verirler, ama bu da tatmin edici olmaz. Çünkü cahiliye
ahlakına sahip yaşlılar dikkatin sürekli olarak kendi üzerlerinde olmasını isterler.
Bu nedenle bazen de yüzlerini asıp bir kenarda oturur, yemek yemez, konuşmazlar.
Amaçları kendilerine tüm bunların sebebinin sorulması ve böylece nazlanmalarıdır.
Sorulduğunda birşey olmadığını söyler ve karşı tarafı mümkün olduğunca uğraştırırlar.
Çünkü yanıt ne kadar zor alınırsa, ilgi o denli artmış olacaktır. Bazen de evin ücra bir
 köşesine gidip saatlerce oradan çıkmaz ve merak uyandırmak isterler. Oturdukları
 yerde ellerinde mendilleriyle sessizce ağlar ve sorulduğunda da "yalnızlıkları" ya da
 "seven kimseleri olmadığı için" ağladıklarını söylerler. Bunun üzerine karşı taraf
 "biz varız ya" diyecek, sevgi gösterecek ve gönlünü alacaktır.
Eğer tüm bunlarla tatmin olamazlarsa bu durumda da konuşmalarıyla beklentilerini
 ifade etmeye çalışırlar. Cahiliye toplumunda artık sloganlaşmış ve ne anlama

geldiği tüm toplum tarafından bilinen sözlerle birtakım imalarda bulunurlar. Söz gelimi fazla
 ilgi görmedikleri bir ortamda bir anda "istenmediğim yerde kalacak değilim", "gidecek

yerim olsa sizi rahatsız etmezdim", ya da "beni huzur evine gönderin, daha rahat edersiniz"
gibi ifadelerde bulunurlar. Bu sözlerin çoğu sırf kendisine gösterilen ilginin artmasını sağlayabilmek içindir.
Oysaki tüm bu tavır, üslup ve basit taktiklere harcayacakları emeği güzel tavırlarda bulunmak
için harcamış olsalar belki de istedikleri sevgi ve ilgiyi göreceklerdir. Ancak bunu
 Kuran ahlakına uygun olmayan çirkin tavırlara başvurarak elde etmeye çalışmaları,
istedikleri sonuca bir türlü ulaşamamalarına neden olur.

Söz Dinlememeleri

 

Cahiliye toplumlarındaki yaşlı insanların bilinen bir başka dikkat çekici özelliği daha vardır;
 söz dinlememeleri. Konu her ne olursa olsun hep kendi bildiklerini yapmak isterler.
 Başkalarının sözlerine asla güvenmez, söylenenlerin altında mutlaka bir kasıt ararlar.
 Örneğin hastalıkları nedeniyle bazı yiyeceklerin dokunabileceği, dolayısıyla yememeleri
 gerektiği söylendiğinde, bunun sadece o yemekten yememeleri için uydurulmuş

 bir yalan olduğuna inanırlar. Bu nedenle de kendilerine tavsiyede bulunanların
 hem sözlerini dinlemez hem de bir yemeği bile kendilerinden esirgediklerini düşünerek darılırlar.
Ancak bu huyları bu kadarla da sınırlı kalmaz ve kimi zaman oldukça tehlikeli boyutlara ulaşır.
 Söz gelimi kendi hastalıklarını kendileri tedavi etmek ister, doktora gitmeyi kabul etmezler.


 Ya da doktorun verdiği ilacı kullanmayı reddeder, bunun yerine kendi bildikleri eski
 bir ilaç ya da karışımı kullanmaya kalkışırlar. Akıllarına ve tecrübelerine çok güvenir,
 gençlerinse hiçbir şey bilmediklerine inanırlar.

Düşüncesiz Tavırları

Tüm yaşantılarını din ahlakından uzak geçirmiş olan bu insanlar, yaşlı kimliğine sığınarak
 cahiliye toplumunun kötü bir alışkanlığı olan düşüncesizliğe makul bir zemin hazırlamaya çalışırlar.
Yaşlı olmanın birtakım ahlaki bozuklukları mazur göstereceğine inanırlar.
 Zaten toplumun diğer bireyleri de bu durumu kabullenmiştir. Bu nedenle "yaşlıdır, kusuruna bakmayın,
 lafını sözünü bilmiyor işte" deyip geçiştirirler. Oysaki bu ahlak bozukluğu bazı yaşlı insanlar
 tarafından genellikle şuurlu ve kasıtlı olarak yapılmaktadır. Kendi çıkarları söz konusu olduğunda
 her türlü detayı akledebilen ve kendilerine yönelik her türlü eksikliği ya da kusuru
fark edebilen bu kimselerin patavatsızlığı da çoğunlukla bilinçli bir tavırdır.
Nitekim patavatsızlığı ne zaman yapacaklarını, hangi sözü söyleyeceklerini ve kime imada
 bulunacaklarını çok iyi bilirler.
Neredeyse konuşmalarının büyük çoğunluğunda bu yöntemi kullanırlar. Düzgün ve normal
 sohbet ettikleri anlar çok nadirdir.
 Söz gelimi hasta olduklarında neden hastalandıkları sorulacak olursa "uzun süredir et yemedim de
ondan", "yattığım oda çok soğuk" ya da "çok yoruluyorum da ondan" gibi karşı tarafı zor
durumda bırakacak, karşı tarafın kendileriyle ilgilenmediğini ifade eden, imalı cevaplar verirler.
Bazen de küçük intikam alma yolları peşinde koşarlar. Örneğin bir misafir geldiğinde özellikle
 evdekileri küçük düşürecek bir konuyu gündeme getirir, çevresindeki kişileri mağdur edeceğini
bildiği, en olmayacak konuları herkesin ortasında anlatırlar.
Ancak sonra da yaşlılığın arkasına sığınarak farkında değilmiş gibi yapar, üzgün olduklarını
söyleyerek geçiştirirler. Oysaki işin aslı oldukça bilinçli bir plana dayanır. Kendilerini
kızdıran birinden intikam almanın en kolay yolunun patavatsızlıkla onları küçük düşürmek olduğunu bilirler.

Dünyaya Olan Bağlılıkları

Cahiliye insanlarının büyük kısmı yaşlılığın getirdiği acizlikleri ve zorlukları açıkça gördükleri
halde yine de ibret almaz ve dünya hayatına olan bağlılıklarından taviz vermezler.
Ölüme bu denli yaklaştıkları halde, yine de ölümü kendilerine yakıştırmazlar.
 Dostlarının birer birer öldüklerine şahit olur, ama yine de hiç ölmeyecekmiş gibi davranırlar.
 Hala para biriktirmeye, geleceklerini garanti altına almaya çalışırlar.
 Bir gün kimsesiz ve parasız kalma endişesiyle yaşar, bir kenarda sürekli yiyecek, giyecek
 ya da para biriktirmeye uğraşırlar. Ancak dünyada zor durumda kalmaktan bu kadar korktukları
 halde, ahirette ne yapacakları konusunu hiç düşünmezler. Ahiret için hiçbir hazırlık yapmaya
gerek duymazlar. Oysaki insanın asıl hayatı ahirettir ve asıl hazırlık yapılacak yer de ancak ahiret hayatıdır.
 Kuran'da  şöyle haber verilir:
Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (Enam Suresi, 32)
Bu gerçeğe kesin olarak iman eden müminlerin yaşlılık dönemleri ise çok farklı olur. Onlar zaten tüm yaşamlarını Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak üzerine kurmuşlardır. Zaman geçtikçe ahirete, Allah'ın izniyle sonsuz cennet hayatına yaklaştıklarının şevki içindedirler. Bu umut dolu bekleyiş sebebiyle son derece neşeli, huzurlu, güzel ahlaklı bir karakter gösterirler. Çevrelerindeki insanlara sorun çıkarmaya değil, aksine onların sorunlarını çözmeye, onlara Kuran ahlakını öğretmeye, Allah'ın hoşnut olacağı bir karakter kazandırmaya çalışırlar. Fiziksel olarak güçsüz duruma düşseler de, zihinsel olarak sürekli çalışır ve çevrelerine fayda getirmeye yönelik bir faaliyet içinde olurlar.
Onların bu üstün ahlaklı tavırları çevrelerinde de büyük bir sevgi ve saygı uyandırır.
  1.  Hem etraflarındaki insanlara güzel ahlakı öğrettikleri hem de kendileri son derece 
  2. güzel ahlaklı oldukları için her zaman saygı ve ilgi görürler. Kuran'da iman edenlere,
  3.  yaşça ilerlemiş kişilere hürmetkar olmaları tavsiye edilmiştir. Allah Kuran'da 
  4. şöyle emretmiştir:Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı
  5.  emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme 
  6. ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki:
  7.  "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." 
  8.  (İsra Suresi, 23-24)Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini)
  9.  tavsiye ettik… (Ankebut Suresi, 8)Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı
  10. ) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması,
  11.  iki yıl içindedir. "Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır." (Lokman Suresi, 14)
Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın
 akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki
 arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın.
 Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)


Cahiliye toplumunda mesleklerin etkisiyle gelişen karakterler

Cahiliye toplumunda mesleklerin etkisiyle gelişen karakterler

Cahiliye toplumunda tüm insan karakterleri belirli kriterlerin etkisinde kalarak gelişir. Bunların başlıcalarından biri de mesleklerdir. Çünkü meslek insanın toplum içerisindeki sosyal kimliğini ve sınıfını belirleyen en önemli etkendir. Kuran ahlakından uzak toplumlarda her insan mesleği, sosyal itibarı ve serveti ölçüsünde değer görür. Öyle ki yazılı bir kaynak olmamasına rağmen, cahiliye toplumunda tüm bu mesleklerin itibar sıralaması dahi bellidir ve herkes tarafından bilinir. Söz gelimi bir profesörün göreceği itibar bir işletmeciden, bir doktorunki bir modacıdan ya da bir mimarınki bir öğretmenden farklıdır.
Bu sebeple, cahiliye toplumlarında mesleğini seçecek olan kişinin sadece kendi ilgi alanını ve yeteneklerini değil, aynı zamanda elde edeceği sosyal konumu ve göreceği itibarı da göz önünde bulundurması gerekmektedir.
Meslek seçimiyle birlikte kişinin o güne kadar yaşadığı karakter tam bir değişikliğe uğrar. Artık seçtiği mesleğin karakterini yaşamak durumundadır. Çünkü cahiliye sistemi kendisine bu karakteri uygun görmüştür. Eğer gerçekten de toplumda bir yer edinmek ve bir yerlere gelmek istiyorsa karakterini değiştirmeli ve bu kimliğe bürünmelidir.
Böylesine bir karakter değişimi toplumun neredeyse hiçbir üyesi tarafından kınanmaz. Aksine bu yeni karakter ne kadar iyi uygulanırsa o kadar takdirle karşılanır. Bu durumda kişinin giyim tarzından, yürüyüşüne, oturuşuna, ses tonuna, üslubuna kadar herşeyi mesleğini temsil eder.
Bunun yanında her mesleğin "meslek adabı" adı altında anılan kendine has çarpık anlayışları da vardır. Dolayısıyla seçtiği meslekte başarılı olabilmek ve bir yerlere gelebilmek isteyen her insan bu "adap" olarak tanımlanan cahiliye kurallarına uymak zorundadır. Elbette burada kastedilen dürüst, samimi, çalışkan bir insanın gösterdiği edep veya uyguladığı ahlaki kurallar değildir. Cahiliye toplumunda kastedilen meslek adabı, kimi zaman gayri meşru kazançları, kimi zaman mesleğin getirdiği kibir ve enaniyeti, kimi zaman ezikliği, kimi zaman dürüst olmamayı makul gören ve aslında adapla hiçbir bağlantısı olmayan bir kavramdır.
Ayrıca şunu da önemle belirtmek gerekir ki, cahiliye toplumunda çeşitli sebeplerden dolayı bu kuralların dışına çıkan insanlar da vardır. Bu kimseler prensipleri ya da hayat tarzları nedeniyle mesleklerinin karakterlerine yön vermesine izin vermeyebilirler. Ancak bu çok küçük bir azınlıktan ibarettir. Nitekim bu karakterleri ortaya koymaktaki asıl amaç da zaten şahısları değil, Kuran ahlakından uzak bir toplumun büyük bölümüne hakim olan çarpık anlayışı deşifre etmektir.
Meslekleri anlatmaya geçmeden önce üzerinde durulması gereken son derece önemli bir konu daha vardır: Bu bölümde detaylandırılacak olan konular mesleklere yönelik bir eleştiri niteliğinde değildir. Elbette insanların bir toplum olarak yaşayabilmesi için herkesin belirli bir mesleği olmalı, her insan kendi yetenekleri ve istekleri doğrultusunda hizmet vermeli, topluma faydalı bir insan olmalıdır. Bu noktada önemli olan şudur: İnsanları mesleklerine göre değerlendirmek, ona göre bir sınıflandırmaya koymak yanlıştır. Bunun yanı sıra insanların sahip oldukları mesleğe göre kendi şahsiyetlerinde oynama yapmaları çarpık bir mantıktır. Unutmamak gerekir ki, her insan kendisini yaratan Allah'a karşı sorumludur. Doğru olan da Allah'ın Kuran'da gösterdiği yollarla insanları değerlendirmektir. Kuran'da insanlar arasındaki üstünlük ölçüsü ise şöyle verilmiştir:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca (Allah'tan korkup-sakınma konusunda) en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi insanlar ancak takvalarından, Allah'a olan yakınlıklarından, gösterdikleri derin bağlılıktan sorumlu tutulacaklardır. Bir kişinin erkek veya kadın olması, genç veya yaşlı olması, doktor veya sekreter olması o kişinin hesap günü sorguya çekileceği konular değildir. Herkes kendi bulunduğu şartlar içerisinde Kuran'a uymakla, Allah'ın emrettiği şekilde yaşamakla, Kuran ahlakına uygun bir karakter geliştirmekle sorumludur.
İşte bu bölümde yanlışlığına dikkat çekilecek olan konu da kişilerin Allah'ı, hesap gününü, Allah'ın dinini unutup, geçici olan dünya hayatına kapılmaları ve kendilerine göre birtakım değer yargıları geliştirmeleridir. Ve ardından da çarpık değerler doğrultusunda karakterlerini, yaşantılarını belirlemeleridir. Mesleklere göre değişen bu cahiliye karakterlerini detaylandırmadan önce genel anlamda topluma hakim olan iş kadını ve iş adamı karakterini incelemekte fayda vardır.

İŞ KADINI KARAKTERİ

İş kadını karakteri, cahiliye ahlakının yaşandığı bir toplumda ev kadını karakterinden daha çok itibar görür. Çünkü cahiliye ölçülerine göre, ev kadınından daha önemli idealleri ve daha kayda değer sorumlulukları olduğu düşünülür. Nitekim iş kadını olmaya karar veren kişinin asıl amacı da, ev kadını kimliğinden ve bu kimliğin bazı kimselerde neden olduğu kompleksten kurtulup kendince daha itibarlı bir konuma gelebilmektir. Bu yanlış düşüncede olan insanlara göre iş hayatı kendisine herşeyden önce farklı bir kimlik kazandıracak, "kendi ayakları üzerinde durmasını" sağlayacak ve onu erkeklerle büyük ölçüde eşit şartlara getirecektir.
Nitekim cahiliye toplumunda bir iş kadınından beklenen de budur. Din ahlakından uzak yaşayan insanlar için en önemli kıstas maddi güç yani para olduğu için, bu imkana sahip kadınları diğerlerinden üstün görürler. Bu insanların sahip olduğu ahlak değil, sahip oldukları banka cüzdanları, tapular, şirket yetkileri bir saygı sebebidir.
İşte cahiliye ahlakına sahip toplumdaki bu kıstasların farkında olan iş kadınları da işlerine büyük bir hırsla sarılır ve sahiplenirler. Mesleklerinde ne kadar başarılı olurlarsa o kadar şahsiyet kazanacaklarına inanırlar. Bu nedenle de işyerindeki herkese karşı kendilerini ispatlama yarışına girerler. Eğer o işyerinde çalışan erkeklerin üst kadrosuna geçebilirlerse bunu büyük bir başarı olarak kabul ederler. Bu durum kendilerince çok önemli bir fırsattır. Etraflarına sürekli emirler yağdırır, yanlış yapılan ya da geciken bir iş olduğunda bu kimseleri herkesin ortasında azarlamaktan çekinmezler. Bir yandan erkeklere karşı kendilerini bu şekilde ispat etmeye çalışırlarken bir yandan da işyerindeki kadınlarla rekabete girişirler. Her fırsatta onların beceriksizliğini dile getirerek kendilerini ön plana çıkarmaya çalışırlar.
Ev kadınlarının toplumdaki imajına sahip olmadıkları için kazançta olduklarını zannederler. Oysaki değişen çok az şey olmuştur, temelde yaşadıkları, cahiliye ahlakına sahip kadın karakteri yine aynı şekliyle durmaktadır. Değişen sadece mekanlar ve kişiler olmuştur. Evinin, ailesinin sorunlarını kafasına takıp, kocasıyla ya da annesiyle çekişen ev kadını gitmiş, yerine iş yerindeki sorunlarla ve çalışanlarla rekabete girişen, kendini ispatlamaya çalışan iş kadını gelmiştir. Dedikodular, çekişmeler, kıskançlıklar ya da duygusallıklar aynı hızıyla devam eder. Çünkü insanın içinde bulunduğu sıkıntılı yaşamdan, karanlık ruh halinden kurtulabilmesi cahiliyenin bir karakterinden diğerine geçmesiyle değil, ancak ruhunda Kuran'a uygun bir değişiklik yapmasıyla mümkün olabilir. İşte, cahiliye ahlakını yaşayan iş kadınları bu önemli gerçeği göz ardı ettikleri için yine cahiliyenin tüm sıkıntı ve azaplarını yaşamaya devam ederler.
Mümin kadın ise bu önemli gerçeğin farkındadır. Kendini geliştirmek için dikkatini hayatında yapacağı teknik değişikliklere değil, ruhunda ve ahlakında yapacağı atılımlara verir. Bu nedenle de sürekli bir ilerleme kaydeder. Bunun dışında çoğu cahiliye kadınında olduğu gibi komplekslere sahip değildir. Çevresindeki diğer kadınlarla, işyerindeki erkeklerle veya çeşitli insanlarla maddi değerler ve dünyevi ölçüler için rekabete girmeye tenezzül etmez. Böyle bir tavır için hiçbir gerekçe de yoktur. Çünkü din ahlakında erkek-kadın rekabeti, bir tarafın üstünlüğü ya da eksikliği gibi bir kavram yoktur. Her ikisi de kendi yaratılışlarına uygun hareket ederler. Birbirlerine benzemeye değil, Kuran'da tarif edilen mümin modeline uymaya çalışırlar. Allah Katında da müminlerin arasında da sadece imanları ve güzel ahlakları ölçüsünde değer görürler. Ve kadın erkek tüm müminler sadece hayırlarda yarışırlar.

İŞ ADAMI KARAKTERİ

Cahiliye ahlakına sahip olan toplumlarda çalışan erkeklerin büyük çoğunluğu kendilerini Kuran'ın pek çok ayetinde bildirildiği gibi dünya hayatının meşgalelerine kaptırmışlardır. Tüm dünyaları işleri, en büyük amaçları ise işlerinde başarı elde etmek olmuştur. İş dışındaki hayatlarına bile yine bu para kazanma tutkusu hakimdir. Aileleri başta olmak üzere çevrelerindeki insanlarla konuştukları konular çok sınırlıdır. Ya işten bahseder ya da hiç konuşmaz saatlerce oturup düşünür, kafalarında daha çok para kazanmanın hesabını yaparlar. Kafaları işle o denli meşguldür ki, genellikle eşlerine, çocuklarına, ailelerine, dostlarına, arkadaşlarına karşı olan manevi yükümlülüklerini dahi unuturlar.
Bu ahlaktaki kişiler her konuyu hep iş merkezli düşünürler. Toplumsal ilişkileri çıkara dayalıdır. Dostluklarını hatta evliliklerini bile bu anlayış üzerine kurarlar. Kendilerine menfaat sağlayabileceğine inandıkları kimselerle ilişkilerini güçlendirirken, kendilerine fayda sağlamayacağına inandıkları kimselerle görüşmeyi de vakit kaybı olarak değerlendirirler.
İş yerinde ve evde genel olarak gergin ve stresli bir karakter sergilerler. İşlerinin iyi gitmediği günlerde "dokunsalar patlayacak" şeklinde ifade edilen bir yapıya bürünürler. Bu tip durumlarda son derece tahammülsüz olurlar. Bu hallerine anlayışsızlık gösterildiğinde ise daha da tersleşir ve sinirlenirler. Özellikle de eşlerinin iş hayatını kavrayamadıklarından dolayı anlayışsız olduklarını düşünür ve yakınırlar.
Genellikle hemen her konuda kendilerinden çok emindirler, akıllarını çok beğenir ve kimsenin sözüne itibar etmezler. Yılların tecrübesini üzerlerinde barındırdıklarını ve dolayısıyla da herşeyin en iyisini ve en doğrusunu kendilerinin bildiğini iddia ederler. Bu nedenle onları inandıkları birşeyin aksine ikna etmek mümkün olmaz. Hata yaptıklarını ya da yanlış düşündüklerini fark etseler bile sözlerini geri almak ve hata yaptıklarını kabul etmek çok ağırlarına gittiği için buna yanaşmazlar.
Onları böyle bir karaktere yönelten asıl etken ise başta da belirtildiği gibi "dünya hırsı"dır. Bu hırs nedeniyle pek çok insani yönlerini kaybetmiş, maddi çıkarlar dışında birşey düşünmez olmuşlardır. Burada belirtmek gerekir ki, bir insanın para kazanmak istemesi, işinde başarı elde etmek için çalışması veya işini geliştirmeye yönelik planlar yapması son derece doğaldır. Ancak bu istekleri dünyaya yönelik tutkulu bir şehvete dönüştürmek, ahireti unutarak hırsa kapılmak hatalıdır. Yoksa bir insan büyük bir zenginliğe ve mülke sahip olup, bunları Allah'ın razı olacağı şekilde harcamak isteyebilir veya salih bir niyetle başarı elde etmeye çalışabilir.
Cahiliyedeki iş adamı karakterinde ise böyle salih bir niyet değil, aksine dünyaya karşı tutkulu bir bağlılık vardır. Oysa karakterlerine bu denli hakim olan para, dünya hayatının geçici bir yararıdır. Dünyanın en zengin insanı ya da en başarılı iş adamı da olsalar bir gün mutlaka ölecek ve tüm kazandıklarını dünyada bırakacaklardır. Kendileri ise kazandıkları paranın hiçbir faydasını göremeyecekler, bedenleri de toprağın altında çürüyüp gidecektir. Ardından ise dünyada yaptıkları işlerden hesaba çekileceklerdir. Bu hesap gününde kendilerine para kazanmak için ne kadar çaba harcadıkları ya da ne kadar biriktirebildikleri sorulmayacaktır. Allah için ne yaptıkları, Allah'ın rızasını kazanıp kazanmadıkları sorulacaktır. Bu nedenle dünyaya yönelik olarak gösterdikleri tüm bu çabalar boşunadır.
Kuran'da onların boşa çıkacak olan bu çabalarından şöyle bahsedilmiştir:
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?" Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. (Kehf Suresi, 103-105)

MÜDÜR VE YÖNETİCİ KARAKTERİ

Din ahlakından uzak toplumlarda, bir işyerinde birbirinden farklı pek çok karaktere rastlamak mümkündür. Bu karakterlerin her biri o işyerinde kendilerine verilen mevkinin etkisinde kalmışlardır. Her birinin yerine getirdiği sorumluluklar, aldıkları maaş ve diğer çalışanlara göre bulundukları konum bu karakterleri şekillendirir. Bu şartların etkisi altında gelişen karakterlerden biri de "yönetici karakteri"dir. Bu karakteri taşıyan kimselerin kendi aralarında çok normal karşıladıkları, ama aslında son derece çarpık bir mantığın ürünü olan bir özellikleri vardır; duruma göre değişip şekillenen iki karakteri aynı anda yaşarlar. Bunlardan biri işyerinde kendilerinden makam ve mevki olarak üstte olan kişilere, diğeri ise alt kadrolarında çalışan kimselere gösterdikleri karakterdir.
Cahiliye toplumundaki bu ahlaka sahip kimseler patronlarının yanında son derece ezik bir karaktere bürünürler. Onlara karşı her zaman için son derece saygılı, hatta kimi zaman "iki büklüm"dürler. İstenilen herşeyi anında yerine getirir ve en ufak bir kusur işlememeye son derece itina ederler. Patronları kendilerine her türlü sözü söylemeye, gerekirse azarlayıp terslemeye hak sahibidir. Müdürler bu tavırlardan alınmaz ve bunun patronlarının hakkı olduğunu düşünür. Tüm güçleriyle kendilerini beğendirmeye ve onların gözüne girmeye çalışırlar. Hatta onlara "yaranabilmek" için iş dışındaki angaryalarını bile üstlenirler. Tüm bu özverili tavırların sebebi ise çok açıktır; onlara maaşlarını veren ve işyerinin tüm hak ve yetkilerini elinde bulunduran kişi patronlarıdır, dolayısıyla da müdürlerin tüm menfaatleri yine bu kişilerin elindedir. Onların desteğini ve sempatisini kazanmak, müdürlerin kariyerleri ve gelecekleri açısından son derece önemlidir. Bu nedenle bu ahlaktaki kişiler şahsiyetlerinden ve onurlarından taviz vermekten kaçınmazlar.
Yine burada önemli bir ayrımı belirtmekte fayda vardır: İnsanların kendilerinden makamca veya yaşça üstün olan birine saygı göstermeleri, onlara karşı hürmet duymaları, taleplerini yerine getirmeleri elbette güzel bir davranıştır. Ancak bu kişilerin bunu yaparken Allah'ın rızasını aramaları ve karşı tarafı sağlayabileceği maddi menfaatler yönünde değil, onun ahlakı yönünde değerlendirmeleri gerekir.
Oysa cahiliye toplumunda insanlar bu değerlendirmeyi yapmazlar. Maddi zenginliği olan bir insan ahlaken son derece zayıf bile olsa ona derin bir saygı gösterirler. Buna karşılık kendilerine bağlı olarak çalışan kimseleri ahlaklarını hiç değerlendirmeden ezmeye çalışırlar. Çünkü burada da kıstasları Allah'ın rızası değildir. Cahiliyenin çarpık mantığına göre kendileri o insanlardan makamca ve maddi olarak üstündürler, o halde onlara her türlü kötü muameleyi yapma hakkına sahiptirler. Artık patronunun karşısındaki o ezik insan gitmiş yerine kibirli, kendinden aşırı emin, "dediğim dedik" bir yönetici gelmiştir. Emrindeki kişilere karşı son derece katı, prensip sahibi ve tavizsizdir. Etrafa emirler yağdırır, herhangi bir aksilik durumunda ise ilgili kişiyi herkesin ortasında azarlamaktan çekinmez. Çünkü bu kimselerden elde edeceği hiçbir menfaat söz konusu değildir. Ayrıca patronlarının kendi üzerlerinde tatmin ettikleri kibirlerini onlar da kendi altlarında çalışan kimseler üzerinde tatbik etmek isterler. Böylece şahsiyet bulduklarını ve patronlarının yanında büründükleri ezik kişilikten kurtulduklarını düşünürler.
Bu iki karakter arasındaki zıtlık işyerinin tüm çalışanları ve cahiliye toplumu tarafından oldukça olağan karşılanır. Çünkü sistemin böyle işlediği düşünülür. Bu batıl sisteme göre şirketin sahibi müdürlere, müdürler sekreterlere, sekreterler de temizlikçilere ya da odacılara istedikleri tavırları göstermekte serbesttirler. Bu sıralama tersten ele alındığında ise herkes bir üstünün yüzüne karşı elinden gelen en iyi davranışları gösterir ve istenilenleri en titiz şekilde yerine getirir. Ancak birbirlerinin gıyabında nefretlerini dile getirmekten çekinmezler ve duydukları saygı da hiçbir zaman gerçek bir saygı olmaz.
Açıkça görüldüğü gibi bu, son derece çarpık bir sistemdir. Çünkü bu insanlar güzel davranmayı bildikleri halde sırf birbirlerinden menfaatleri olmadığı için bu tavırları birbirlerine göstermeye gerek duymaz ve ancak çıkarları söz konusu olduğunda kullanırlar. Bu tavırları cahiliye sisteminin çarpıklığı içerisinde göze batmaz ve gündeme getirilmez. Oysaki bu Kuran'a göre büyük bir vicdansızlık örneğidir. Çünkü insan vicdanının ve aklının yettiği ölçüde, koşullar ne olursa olsun, herhangi bir maddi veya dünyevi beklenti içinde olmadan, en güzel tavırları göstermekle yükümlüdür. Allah insana hoşgörülü ve tevazulu olmasını emretmiştir.
Çünkü insanın etrafına karşı büyüklük taslayabileceği kendine ait hiçbir özelliği yoktur. Makam da, mevki de ancak Allah'a aittir. Onu kullarından dilediğine verir ve dilediğini üstün kılar. Dilediğinde de insanın durumunu tam tersine döndürmeye ve eline verdiği tüm imkanları geri almaya kadirdir. İşte bu nedenle de insan Allah'a karşı her an boyun eğici bir tavır içerisinde olmak zorundadır. Allah insana bu konumunu ve acizliğini Kuran'da şöyle hatırlatmıştır:
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra Suresi, 37)
İşte mümin, bu ahlakı yaşayan insandır. Yeryüzünde karşısında her kim olursa olsun böbürlenmez ve Allah'a karşı sorumlu olduğunu unutmaz. Bu nedenle de böyle değişken ve samimiyetsiz bir karakteri kendisine yakıştırmaz. Allah'ın beğendiği ahlakı her an, her yerde, herkese karşı sergiler. Karşısındaki insanın makamı, mevkisi ne olursa olsun saygılı ve nezaketli bir tavır gösterir. Ama bu güzel tavırlarına karşılık o kişiden bir menfaat beklentisi olmaz; aksine her salih amelin karşılığını Allah'tan bekler, O'nun hoşnutluğu için çaba gösterir.

SEKRETER KARAKTERİ

Cahiliye toplumunda bazı meslekler diğerlerine göre daha havalı, bazıları ise daha sıradan bilinir. Sekreterlik pek çok mesleğe göre daha sıradan kabul edilir. Bunun en önemli sebeplerinden biri ise, bu kimselerin bir kişinin yardımcısı olarak çalışıyor olmalarıdır. Bu nedenle cahiliye toplumu içinde sekreterler kendilerine meslekleri sorulduğunda çoğu zaman "asistanlık yapıyorum" gibi cevaplar vererek kendilerini daha nitelikli göstermek isterler. Bu mesleğin toplumun kimi çevrelerinde fazla itibar sağlayacak bir özellik taşımaması nedeniyle, kariyer sahibi patronlarıyla ve onların yardımcısı olmakla övünmeyi tercih ederler. Oysa bir insanın temiz bir işte, helal yollarla para kazanıyor olması onun için yeterli olmalıdır. Hiç kimsenin cahiliye ölçülerine göre üstün bir mevkiye sahip olması, etrafındaki insanlardan itibar görmesi gerekli değildir. Bir insanı değerli kılan ve ona hem dünyada hem de ahirette güzel bir yaşam sağlayacak olan, Allah'ın rızasını gözeterek yaptığı işlerdir.
Cahiliye ahlakı ise başta da belirttiğimiz gibi bambaşka ve çok yanlış ölçülere sahiptir. Bu yanlış değer yargılarını benimsemiş olan sekreterler de içten içe patronlarına karşı büyük bir hayranlık beslerler. Onları velinimetleri gibi görürler. Bu nedenle de kendi üzerlerinde her türlü hakka sahip olduklarını düşünürler. Ters tavırlarından, emirler yağdırmalarından ya da her türlü işlerini yaptırmalarından hiçbir şekilde alınmaz ve rahatsızlık duymazlar. Aksine onlar beklenilenin daha da fazlasını yapar ve patronlarını memnun etmek için büyük bir çaba harcarlar. Çünkü patronları bir anlamda onların geleceği demektir. Onları iş hayatında daha iyi bir konuma getirebilecek, çevre edinmelerini sağlayabilecek ve hatta eğer zorda kalırlarsa yardım elini uzatabilecek tek kişinin yine patronları olduğunu düşünürler.
Aslında yaptıkları görevlerden çoğu bir sekreterin iş tanımında yer almaz. Ama cahiliye toplumunda sekreterler kendilerine verilen her görevi yapmakla yükümlüdürler. Bunu fırsat bilen patronlar da onları olabildiğince çalıştırırlar. Gün içinde sinirlenerek sekreterlerine sürekli bağırıp çağırırlar. Sekreterler tüm bunlara ses çıkarmaz, patronlarının yüzüne karşı güler, ama fırsat buldukça da arkalarından dedikodularını yaparlar.
Bu arada sekreterler de patronlarından gördükleri iş ahlakını başkalarına uygularlar. Onlar da kendi çalıştıkları ortamda emirler yağdırıp işlerini yaptırabilecekleri birilerini mutlaka bulurlar. Bu kişiler genellikle çaycılar ya da temizlik görevlileridir.
Özellikle üst düzeyde çalışan birinin sekreterliğini yapanlar, şirketin diğer çalışan elemanlarına karşı oldukça kibirli tavırlar gösterirler. Çünkü kendilerini büyük bir şirketin patronuna en yakın kişi konumunda görürler. Cahiliye sisteminde holding patronunun sekreterinin şirket içinde, cahiliye mantığına göre bir üstünlüğü vardır. Tüm müdürler patrona ulaşmadan önce onunla muhatap olmak zorundadır. Çoğunlukla patronun ruh halini sekreterinden sorarlar. Sekreterler de bu durumu fırsat bilerek, diğer çalışanlara sürekli emirler yağdırmayı, özellikle alt kademedeki personeli tersleyerek konuşmayı tercih eder.
Cahiliye ahlakının yaşandığı bir toplumda bu karakterde yalan söylemek, tüm tavır bozukluklarına göz yummak, arkadan çekiştirmek ve ikiyüzlü davranmak gibi daha pek çok cahiliye tavrını görmek mümkündür. Tüm bunlar tek bir kişinin beğenisi kazanarak ondan menfaat elde etme amacını taşır.
Oysaki insana dünyada ve ahirette menfaat sağlayabilecek tek güç Allah'tır. İnsanların gözüne girmeye ve onların hoşnutluğunu kazanmaya çalışan kimseler, asıl hoşnutluğu kazanılması gerekenin yalnızca Allah olduğunu unuturlar. Müminler ise sadece Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışanlardır. Hiçbir zaman insanları gözlerinde büyütüp, onları güç sahibi sanıp, onlardan menfaat umma gibi bir yanılgıya düşmezler. Tüm kaderlerinin ve geleceklerinin ancak Allah'ın kontrolünde olduğunun şuurundadırlar.

DOKTOR KARAKTERİ

Doktorluk mesleği, özellikle günümüz toplumlarında halk tarafından el üstünde tutulan ve her kesimde saygı uyandıran bir meslek dalıdır. Gerçekten insanların sağlığı için çalışmak ciddi bir gayret, özverili bir yapı gerektirir. Ancak Kuran ahlakından uzak toplumlarda insanların doktorlara bakış açıları ve doktorluk mesleğini seçenlerin de bundan dolayı taşıdıkları karakter bazı farklılıklar gösterir.
Öncelikle bazı insanlar hayatlarının, doktorların elinde olduğu gibi yanlış bir inanca sahiptirler. Bu yüzden bu mesleği uygulayan kişilerden bir nevi "medet umarlar".
Ailelerin çoğu, çocuklarının doktor olmasını ister ve çocuklarına bu yönde telkin verir. Bu nedenle "büyüyünce doktor olacağım" demeyen çocuk neredeyse yok gibidir. Kuşkusuz anne babaların çocuklarını insanlara fayda verecek bir mesleğe yöneltmesi güzel bir davranıştır. Ancak cahiliye toplumunda ailelerin çocuklarını bu mesleğe yönlendirmesindeki ilk amaç çevrelerinden övgü toplamaktır. Diğeri ise ailenin herhangi bir hastalığı olduğunda, doktor olan çocuklarının kendilerine en iyi şekilde bakacağını düşünmeleridir. Böylelikle aile bireyleri kendilerini bir nevi güvende hissederler. Yine aynı nedenlerden dolayı doktorlar en makbul damat adaylarıdır.
Cahiliye toplumunun doktorlara olan bu yanlış bakış açısı, kişiye tıp fakültesine girdiği andan itibaren aşılanmaya başlanır. Beyaz önlükle hastane koridorlarında yürüyen doktor adayları karşılarında tek bir model görürler. Onlara öğretilen doktor modelinde doktorlar öncelikle kendilerinden çok emin olurlar ve herşeyi kendilerinin bildiğini zannederler. Hastaların anlayamayacağı bir dille konuşup, cümlelerinin içinde birçok tıbbi terim kullanırlar. Bu kişiler elbette ki hastalarının bu kelimeleri anlamayacağını bilirler. Ama yine de bu tutumlarını değiştirmez, bunu doktorluğun bir gereği olarak algılarlar. Söz konusu ahlakın yaşandığı toplumlarda doktorların büyük bir kısmının mezun olduktan sonra dünyada yalnız birkaç tane amaçları kalır; ünlü bir uzman ya da profesör olmak, lüks bir muayenehaneye sahip olmak, mümkün olduğunca çok para kazanabilmek, vs.
Bazı toplumlarda insanlara aşılanan en büyük telkin, hayatlarının doktorların elinde olduğu yanılgısıdır. İşte bu gibi toplumlarda doktora gösterilen hürmet ve saygının altında insanların bu yanlış bilinçle yetiştirilmesi yatmaktadır. Kendilerini bir damla sudan yaratan, onlara rızıklarını veren Yüce Allah'ın üstün güç ve kudretinden tamamen habersiz yaşayan cahiliye toplumu, zihinlerinde adeta ilahlaştırdıkları doktorları (Allah'ı tenzih ederiz) insanüstü güçlere sahip birer varlıkmış gibi algılama yanılgısına kapılırlar. Hastalıklarının geçmesi için cahilce onlardan medet umarlar. Halbuki Allah insanları uyarmış ve her insanın ancak bir kul olduğunu bildirmiştir:
Allah'tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler. (Araf Suresi, 194)
Elbette bir insanın iyileşmek için doktora gitmesi, onun tavsiye edeceği uygulamaları yapması gereklidir. Ama bunu yaparken unutmamak gerekir ki insanlara hastalığı da şifayı da veren Allah'tır. İnsanların nerede ve nasıl öleceğini de yalnızca Allah belirler. Allah herkes için bir ölüm tarihi tespit etmişken insanlar bundan habersiz o güne doğru yaklaşırlar. Bu büyük gerçeği unutarak gaflet içinde yaşayan insanlar Allah'a dua etmeyi unutur, ama doktorlardan yardım umarlar. Kendilerinden bu kadar ciddi bir beklenti içinde olunması, Kuran ahlakından uzak yaşayan doktorlarda da değişik bir kibir geliştirir.
Kimi doktorların özel muayenehanelerindeki tavırlarıyla, hastanede çalışırkenki tavırları arasındaki fark da cahiliye kıstaslarının çarpıklığını en güzel şekilde göstermektedir. Muayenehane özel bir kurum olduğundan, buraya gelen hastalar da genellikle maddi açıdan varlıklı kişilerdir. Cahiliye insanlarının para hırsı, varlıklı kişilere karşı son derece nazik davranmayı gerektirdiğinden, kimi doktorlar buraya gelen hastalara karşı oldukça kibar davranırlar. Çünkü muayeneye gelen kişi bu doktoru kendisi seçmiştir. Gördüğü ilgiyi beğenmediği takdirde parasını ödeyerek başka doktora gidebilecek güçtedir.
Olayların bir de diğer yönü vardır. O da, bazı doktorların, maddi açıdan varlıklı olmayan hastalara karşı olan tutumlarıdır. Parası olmayanın, cahiliye sistemi içerisindeki konumu her zaman ezilmeyi gerektirdiğinden, bu çarpık mantık örgüsü hastanelerde çalışan bazı doktorlarda da tam anlamıyla yerleşmiştir. Doktorların hastanelerde muhatap oldukları kişiler çoğu zaman fakir insanlardır. Bu yüzden cahiliye mantığıyla hareket eden bazı doktorlar kendilerini hastanenin en kıdemli kişisi olarak görürler. Cahiliye mantığında bu hastalara değer verilmediğinden, hastanede pek yüzlerine bakılmaz. Hatta pek çok hastane çalışanı da aynı yanlış bakış açısını almıştır. Bir yer veya doktor ismi soran hastalara oldukça ilgisiz davranırlar. Onlar da bu ortama ayak uydurarak şefkat ve merhamet hislerinden uzaklaşmış, gördükleri manzaralara alışmışlardır. Hastaneye gelen hastalar daha hastanenin kapısından girerken kapıda duran bekçilerin sinirli ve ters tavırlarıyla karşılaşırlar.
Cahiliye ahlakının hakim olduğu toplumlarda doktorların büyük çoğunluğu çok az bir maaşla hastanelerde gece gündüz çalışırlar. Yıllarca buralarda çalıştıktan sonra da en fazla bir bekleme salonuyla hasta odası olan bir muayenehaneye sahip olurlar. Bu, pek çok doktorun hayattaki en büyük idealidir. İnsanlara iyilik yapmak ve yardım etmek elbette ki takdir edilecek bir davranıştır. Ancak cahiliye ahlakının hakim olduğu doktor karakterinde bu yoğun çalışmanın temelinde sadece makam, maddiyat, ün gibi dünyevi beklentiler vardır. Oysa her ne meslekten olursa olsun kişiyi onurlu, saygın ve itibarlı yapacak olan bu kişinin Allah'ın sevgisini, rızasını ve ahireti kazanmak için çalışması ve kendi aczini bilerek gayret etmesidir.
Unutulmamalıdır ki, mesleği ne olursa olsun her insan kısa bir yaşam sürüp ahiret gerçeği ile karşılaşacaktır. Ölümün ardından, kaç hasta baktığı, tıbbi terimleri yeterince bilip bilmediği, mesleğindeki ünvanı ve bu tarz cahiliye kıstasları değil, Allah rızası için nasıl işler yaptığı sorulacaktır. Fakat din ahlakından uzak toplumlardaki doktorların çoğu bu gerçekleri görüp fark edemezler. Çünkü cahiliyenin yıllarca kendilerine verdiği yoğun telkinin etkisi altındadırlar. Onlar için sadece toplumun beğenisini kazanmak, insanların gözünde itibar sahibi olmak önemlidir.
Kuran ahlakına uygun olan ise yapılan her işin yalnızca Yüce Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yapılmasıdır. Müminler meslekleri ne olursa olsun güzel bir ahlak gösterirler. Müminler, yanlarında bulunan hasta, güçsüz ve zayıf insanların en büyük destekçisi ve yardımcısıdırlar. Bu davranışlar, onların Kuran'a uymalarından ve Allah'ın emrettiği ahlak anlayışından asla ödün vermemelerinden kaynaklanır. Kuran'a sıkı sıkıya bağlanmış olan bir insan, tıp ilmini kavrayabilmesinin ancak Allah'ın dilemesiyle olduğunu, şifa olacak herşeyi Allah'ın yarattığını bilir. Bu nedenle de yaptıklarına ya da bildiklerine Allah dilemedikçe sahip olamayacağını açıkça görür. Kendisinin de her an hastalanabileceğini ve bu durumda da Allah'tan başka yardımcı ve şifa verici olmadığını unutmaz. Hz. İbrahim'in Kuran'da bildirilen bu konudaki duası tüm insanların kendilerine örnek alması gereken yüksek bir ahlakı yansıtmaktadır:
"Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur. Bana yediren ve içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur. Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur." (Şuara Suresi, 78-82)

CAHİLİYEDE HEMŞİRE KARAKTERİ

Öncelikle belirtmek gerekir ki, insanlara merhametle yaklaşan, az bir karşılık alarak son derece fedakarane bir şekilde sabahlara kadar hasta insanlara yardımcı olmaya çalışan çok fazla hemşire vardır. Ancak burada bahsedilecek olan cahiliyenin din ahlakından uzak yapısını yaşayan kişilerdir.
Bu tip kişiler gün boyu en ağır şartlar altındaki hastalarla iç içe yaşadıkları için hastaların tüm sorunlarına alışmışlardır. Hatta vicdani yönden iyice körelmiş olan bir kısmı, şefkat ve merhametle yardım etmek yerine sakin ve umursuz bir tavırla hastaları bekletmeyi, anlayışsız davranmayı ve hatta azarlamayı bile olağan tavırlar haline getirmiştir. Böyle kişiler, hastaların çoğunun hasta psikolojisiyle hareket ettiklerini ve durumlarını abarttıklarını düşünmekte ve kendilerinden talep edilen yardımı esirgeyebilmektedir.
Acizlik içerisindeki hastaların kendilerine muhtaç olduğunu bilmeleri cahiliye karakterindeki kimi hemşireleri kibirli bir tavra yöneltir. Hastalara karşı üstten bakan, onları küçümseyen ve hatta bazen de aşağılayan bir tavır gösterirler. Çünkü kendileri muhtaç olunan insan konumundadırlar. Onlara göre bu kadar 'önemli insanların' sıradan insanlara karşı olan tavırları da doğal olarak kibirli ve ters olmalıdır.
Bu kötü ahlakı yaşayan kimselerin birbirlerine karşı olan tavırları da hastalara olan tavırlarından pek farklı değildir. Herkese bulunduğu mevkiye göre davranırlar. Söz gelimi başhemşireye çok saygı gösterirken, diğer hemşireleri küçümserler.
Cahiliye ahlakını yaşayan bazı ev kadınlarının fikirleri nasıl evin dört duvarı arasına sıkışıp kalmışsa, bir kısım hemşireler de aynı karakterle hastane sınırlarına sıkışıp kalmışlardır. Bu dünya içerisinde kendilerini gözlerinde çok büyütür ve kibire kapılırlar. İnsanlara şifa dağıtanın kendileri olduğunu zanneder, sadece bir vesile olduklarını düşünmezler. Halbuki hasta yatağına yattıklarında kendilerine şifa veremediklerine, zararı engelleyemediklerine kendileri de açıkça şahit olurlar. Ama yine de çoğu bu batıl inançlarından vazgeçmezler. Allah bir ayetinde Kendisi'nden başka hiç kimsenin zarar veya yarar vermeye güç yetiremeyeceğini şöyle bildirir:
Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zümer Suresi, 38)
Allah insanlara yalnızca Kendisi'ne güvenmeleri gerektiğini bildirmiştir. Daha önce Hz. İbrahim'in Kuran'da bildirilen duasında gördüğümüz gibi, müminler yalnızca Allah'a güvenip, yardımı yalnızca O'ndan bekleyen insanlardır. Allah'ın yarattığı bir yararı ya da zararı yine O'ndan başka engelleyebilecek bir güç olmadığına gönülden iman ederler. Dünyadaki tüm ilaçların, doktorların, hemşirelerin ya da uygulanan tüm tedavilerin Allah'ın insanlara şifa vermek için yarattığı vesileler olduğunu unutmazlar.

ESNAF KARAKTERİ

Toplumda çalışan kesimin büyük bir bölümü esnaf adı altında sınıflandırılır. Mağaza sahiplerinden küçük tüccarlara, tezgahtarlardan sokak satıcılarına kadar pek çok meslek esnaf tanımına dahildir. Cahiliye ahlakının yaşandığı toplumlarda, esnaf olarak nitelendirilen kimselerin de pek çok meslek grubu gibi kendine has bazı özellikleri vardır.
Pek çok cahiliye karakterinde olduğu gibi cahiliyenin esnaf karakterine yön veren en önemli etken de yine maddi değerlerdir. Daha çok toplumun orta halli kesiminden gelen bu insanların büyük bir çoğunluğu, cahiliye ahlakını yaşadıkları ve Kuran'a uymadıkları için, para kazanmak uğruna her türlü şekle girebilen bir karakter geliştirmişlerdir.  Çünkü toplumda yer edinebilmeleri ve saygın bir sıfat kazanabilmeleri ancak zengin olmalarıyla mümkün olur. Zira cahiliye toplumunda kişinin ahlakından, mesleğinden ya da kariyerinden önce gelen en önemli kriter zenginliğidir. Maddi bir güç söz konusu olduğunda kişinin ne cehaleti, ne görgüsüzlüğü, ne de dış görünümü sorun oluşturur. Maddi güç, her zaman, her türlü imkanın kapısını açabilir.
Bu nedenle cahiliye kriterlerine göre yaşayan esnaf kişilerin çoğu, iyi para kazanmanın yollarını arar ve tüm dünyaları da bundan ibaret hale gelir. Bir insanın maddi kazancının iyi olması için gayret göstermesinde hiçbir mahsur yoktur elbette. Ancak, bir kimsenin bunu yaparken malın ve zenginliğin gerçek sahibinin Allah olduğunu, Allah'ın dilediğini zengin dilediğini fakir kıldığını ve bunda birçok hikmet olduğunu unutmaması gerekir. Ganiy (çok zengin, herşeyden müstağni) olan Rabbimiz Allah'ın verdiğinden razı olması, Allah'ın hoşnutluğu ve rızası için zenginliği talep etmesi ve Allah'ın lütfu olan malı yine Allah yolunda en iyi şekilde değerlendirmesi gerekir. Bu şekilde olmadığında ise, çok bencil ve çıkarcı bir karakter gelişebilir. Bu nedenle cahiliyedeki esnaf karakterindeki pek çok kişinin büyük ideallere sahip, insani yönü güçlü bir birey olmak gibi hedefleri yoktur; en büyük amaçları zengin olup dünyaya yönelik çıkarlar elde etmektir. Genellikle menfaatçi bir karakter geliştirirler. İnsanlardan ne kadar çıkar elde ederlerse kendilerini o kadar kurnaz görürler.
Bu hırsın bir sonucu olarak kimi insanlarca dolandırıcılık, sahtekarlık bu mesleğin doğal yönlerinden biri olarak görülür. Elbette bu kesim içerisinde İslam ahlakını benimseyen, Kuran ahlakına uygun davranan ve her zaman dürüst olan insanlar da vardır. Bu mesleği uygulayan insanların mutlaka dürüstlükten taviz vermeleri gerekmemektedir. Burada söz edilen dolandırıcılık, sahtekarlık din ahlakından uzak cahiliye sisteminin sonuçlarıdır. Söz gelimi cahiliye toplumunda ticaretle uğraşan kişilerin bir kısmı ellerindeki hasarlı eşyaları hiç tereddüt etmeden sağlammış gibi satabilirler. Bundan en ufak bir vicdan azabı duymadıkları gibi bir kısmı da kendilerine asıl olarak bunu meslek edinmişlerdir. Defolu eşya alır ve bunu sağlam fiyatına müşterilerine satarlar. Bu kimselerin yaptığı bu işe aynı civardaki tüm esnaf şahit olur ama genellikle hiçbiri karşı çıkmaz. Çünkü söz konusu kişilere göre bunlar ticaret hayatının gereğidir. Müşteri kavramı, bu insanların bir kısmına, kandırılacak ve üzerinden para kazanılacak kimseleri ifade eder. Oysa Allah tüm insanlara ticarette adil bir tutum sergilemelerini, insanları aldatmamalarını emretmiştir:
Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir. (İsra Suresi, 35)
(Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır."… (Sad Suresi, 24)
Tarih boyunca tüm cahiliye toplumlarında Allah'ın bu emirlerine uymayan, adaletsizlik yapmakta, insanları kandırmakta ısrarlı bir tutum sergileyen insanlar olmuştur. Allah elçileri vasıtasıyla bu insanları uyarmıştır. Hz. Şuayb'ın kavmine bu konuda yaptığı uyarılar Kuran'da şöyle haber verilir:
Medyen (halkına da) kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın; gerçekten sizi bir 'bolluk ve refah (hayır)' içinde görüyorum. Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum." "Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." "Eğer müminseniz, Allah'ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim." (Hud Suresi, 84-86)
Ancak genelde cahiliye toplumlarında insanlar, sahip oldukları çirkin ahlak sebebiyle bu uyarıları dinlememiş ve bundan dolayı da hem dünyada bir sıkıntı ile karşılaşmışlardır, hem de ahirette bunların hesabını mutlaka vereceklerdir. Cahiliye toplumunda bu karakteri taşıyan insanlar menfaat elde etmek için gerektiğinde basit tavırlar göstermekten de çekinmezler. Cahiliyenin bu çarpık mantığını tezgahtar olarak çalışan bir kısım insanlarda da görmek mümkündür.  Cahiliye toplumuna ayak uydurmuş olan bu kişiler, müşterilerine bir eşya satabilmek için her türlü yolu denerler. Yakışmadığı çok açık olan bir giysinin yakıştığını ispatlamak için olmadık yalanlar söyler, uzun uzun dil dökerler.
Bu tip kişilerin toplumda en çok saygı duydukları kimseler ise zengin insanlardır. Onların her türlü işini yapmayı kendilerince büyük bir fırsat olarak görürler.
Cahiliye toplumunun büyük bölümü gibi bu insanların da bir kısmı İslam dinini tanır ve Allah'ın koyduğu emir ve yasakları oldukça iyi bilirler. Ancak buna rağmen sırf dünya hayatından çıkar elde etmek amacıyla bu emir ve yasakların birçoğuna uymazlar.
Bunun yanında para kazanmak için son derece hırslı bir karakter gösteren, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan bu insanlar, kendilerini yaratan ve sahip oldukları herşeyi veren Allah'ın emirlerini yerine getirme konusunda son derece tutuk ve isteksiz davranırlar. Allah bu karakterdeki kişileri ve aynı zamanda da tüm insanları dünyaya bu kadar kapılıp ahireti unutmamaları konusunda pek çok ayeti ile uyarmıştır:
Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi    Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
İşte müminlerin farkı ve Allah Katındaki üstünlükleri de buradadır. Onlar da gerektiğinde günlerinin büyük bölümünü çalışarak, para kazanmak amacıyla geçirebilirler. Ancak onlar iyi bir kazanç elde etmeyi, Allah'ın rızasını kazanabilmek, O'nun hoşnut olacağı harcamalarda bulunabilmek amacıyla isterler. Ayrıca yaptıkları iş ne olursa olsun, hiçbir zaman için Allah'ı zikretmeyi ve ahireti düşünmeyi unutmazlar. Allah'ın emri gereği, insanlara asla haksızlık, adaletsizlik yapmaz, hiç kimsenin hakkını ihlal etmezler. Allah bu güzel ahlaklı insanları Kuran'da şöyle tanıtmıştır:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

MEMUR KARAKTERİ

Cahiliye mantığında memur karakteri taşıyan insanlar arasında farklı bir ruh hali hakimdir. Bu nedenle bu kimselerin "memur" oldukları bakar bakmaz anlaşılır. Ancak onları deşifre eden yaptıkları iş değil, yüzlerindeki ifade ve gösterdikleri tavırlardır.  Cahiliye ahlakındaki bu insanların tavırlarına yön veren yanlış mantık ise şudur; bu kimseler sabit ücretlerle sabit mevkilerde bulunurlar. Dolayısıyla da normalin üzerinde gösterecekleri bir çaba onlara ne maaşları, ne mevkileri, ne de itibarları açısından ek bir menfaat sağlamayacaktır. Bu durumda ekstra bir iş yüklenerek sadece boşuna yorulmuş olacaklarını düşünürler. Ayrıca eğer yapılacak ek bir iş varsa bunu bir başkasının üzerine bırakmak varken kendileri üstlenmeyi de cahiliye bakış açısıyla "enayilik" olarak değerlendirirler. İşlerini halletmek için gelen kişilere gösterecekleri tavırlara da hiç özen göstermezler. Çünkü bu insanlara gösterecekleri güzel ahlaklı bir tavrı da "ek iş" olarak değerlendirirler.
İşte bu düşünceleri nedeniyle cahiliye ahlakına sahip olan memurların büyük çoğunluğu çevrelerine karşı umursuz bir karakter geliştirir. Sadece kendilerine verilen işi yapar ve bunun dışında birşey istendiğinde ya hiç ilgilenmez ya da bir başkasına yönlendirirler. İşyerlerine gelip kendilerine bir soru soran kişinin yüzüne ya hiç bakmaz ya da bakıp hiç cevap vermeden başlarını aşağıya doğru indirir ve işlerine devam ederler. Karşılarındaki kişiyi mağdur durumda bırakmaktan hiç sıkıntı duymazlar. Cahiliye ahlakındaki memurların bu baştan savma ve geçiştirici tavırları artık tüm toplumun neredeyse ezberlediği bir manzaradır. Karşılarındaki kimselere değer vermez ve sırf kendi rahatları için gerekirse onları sebepsiz yere saatlerce kuyruklarda bekletebilir ya da masa masa dolaştırabilirler. Umursuzlukları nedeniyle insani yönlerinin pek çoğu körelmiştir. Halden anlamak, ince düşünmek, nezaket ya da hoşgörü göstermek için bir gerekçe göremezler. Bu tavırları gösterseler de göstermeseler de nasıl olsa maaşlarını alacaklardır. Ve karşılarındaki insanı da bir daha görmeyeceklerdir zaten. Bu nedenle herşeyleri mekanikleşmiştir. Az konuşur, az güler, az düşünür ve sadece ellerine verilen işi yaparlar. Oysa Allah'ın emrettiği ahlakı yaşayan insanların böyle tavırlar göstermeleri mümkün değildir. Onlar diğer insanlara karşı her durumda saygılı, ilgili ve nezaketli bir tavır gösterir. Zor durumda kalan kişilere ellerinden geldiğince yardım eder, o an yardım edebilecek bir imkanları olmasa bile en azından güzel bir sözle karşılık verirler.
Burada tarif edilen memur karakterine sahip kişilerin bir başka özellikleri de her yönleriyle klasikleşmiş, yani hep aynı tavırları gösteren, olaylar karşısında belirli tepkiler veren kişiler olmalarıdır. Günlük hayatlarının akışı, görüştükleri insanlar, konuştukları konular, alışkanlıkları, zevkleri tamamen bu klasik yapının etkisi altındadır. Halen gençliklerinde moda olan tarzda giyinir, aynı saç stillerini uygularlar. Yeniliklere tamamen kapalı bir karakterleri vardır. Hiçbir konuda yerleşik olan düzenlerini bozmak istemezler. Onları, yapacakları yeniliğin eskisinden daha güzel olacağına ikna etmek mümkün olmaz. Her işlerini modası geçmiş aletlerle ve modası geçmiş yöntemlerle yapar, saatlerce uğraşır ve vakit kaybederler. Ama yine de alıştıkları stilden vazgeçmezler.
Tüm bu anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi cahiliye ahlakının memur karakterini yaşayan insanların büyük kısmı hem ahlak yapılarında hem de sosyal yaşantılarında tembel ve üşengeç bir tavır sergilerler. Çıkar sağlayacaklarını düşündükleri bir olay olmadığı sürece de bu yapılarından ödün vermezler. Konunun başında da açıklandığı gibi bir çıkar söz konusu olmadığında yaptıklarının boşa gideceğine inanırlar. Oysa memurluk, bir hizmet mesleğidir. İslam ahlakını yaşayan bir memur bir iş için gelen kişilere çok güzel tavırlar göstererek hizmet eder. Asla onları sıkıntıya sokacak, boş yere vakitlerini alacak şekilde davranmaz. Çünkü, insanın iyilikten ve güzel ahlaktan yana yaptığı hiçbir şeyin boşa gitmeyeceğini bilir. Yaptığı her işi Allah'ın rızasını kazanmak, Allah'ın beğendiği ahlakı en fazlasıyla yaşamak niyetiyle bir ibadet olarak yerine getirir. Güzel davranışlarının hepsi hesap gününde ortaya konmak üzere Allah'ın Katında bir kitaptadır.
Kuran'da Hz. Lokman'ın oğluna bu konuyu şöyle hatırlattığı bildirilmiştir:
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
Yine Allah'ın bu konuyu hatırlattığı ayetlerden bazıları ise şöyledir:
De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)
... Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği arttırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)
Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)
Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz. (Bu ağırlıkta) Bir iyilik olursa, onu kat kat kılar ve Kendi yanından pek büyük bir ecir verir. (Nisa Suresi, 40)
Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Enam Suresi, 160)
Elbette güzel tavırlarda bulunmak için insanın çaba harcaması ve emek vermesi gerekecektir, ama alınacak karşılık ayetlerden de anlaşılacağı gibi, güzellikle geçen bir yaşam, sonsuz bir cennet hayatı ve daha da önemlisi Allah'ın rızası olacaktır.